Değirmen
Ali’nin satırlar boyunca yaptığı
net betimlemelerinin yanında kullandığı süsten noksan anlatım kuşkusuz her
kesimden insana hitap etmesini sağlayan bir numaralı etkendir. Nesiller boyunca
okunabilecek bir eser ortaya çıkarmasında yalın bir dil kullanmış olması ve hayatın
içinden bir konuyu ele alması şüphesiz yardımcı olmuştur. Karakterler her ne
kadar bir kültüre bağlı görünerek sınırlandırılmış olsalar da Ali’nin teşbih
sanatındaki ustalığı rahatça empati kurmamızı ve karakterleri benimsememizi
sağlıyor.
Âşık bir insanın yahut âşık
olduğunu sanan bir insanın, iç dünyasını, yaşadığı duygu selini-değişimlerini,
kararlılığını-kararsızlığını ve o bütün insani duyguları her ihtimali göz
önünde bulundurarak anlatıyor Ali hikâyesinde. Peş peşe sıraladığı soru
cümlelerindeyse aşkın tanımını arıyor tabiri caizse. Sevdaya düşmek için başka
hiçbir güç tarafından baskı altında olmamak gerektiğini ve yalnızca “zihni duru”
insanların sevdaya düşebileceğini savunuyor yazar. Takibindeki cümlelerde ise
“zihni duru” insanın tanımını şöyle yapıyor:
“Batı rüzgarı kadar serbest
dolaşan ve kendimizden başka Allah tanımayan biz Çingene'ler”
Çingenelerin hayatını, yaptığı
betimlemelerle resmediyor ve
konaklayacakları yerleri nasıl seçtikleri hakkında kafamızda bir fikir
oluşmasını sağlıyor. Konakladıkları yerlerdeki insanların onlara hangi gözle
baktıklarını ve genel olarak nasıl tepki aldıkları bilgisini vermeden de
geçmiyor, bizim de kafamızda onlara karşı bir
yargı oluşturmamızı istiyor bu yöntemle. Bu noktada ardı sıra gelen
betimlemelerin arasında bir cümle dikkatimi çekiyor:
“...biraz ötedeki zeytin ağaçlarının arasında çadırlarımızı kurduk...”
Ali burada Çingeneler’in ne kadar
barışçıl olduğuna değinmek adına zeytin ağaçlarını kullanıyor ve ekliyor: “İşler iyi gidiyordu. ”
Ana karakterimiz canlanıyor
gözümüzün önünde, ruhen ve fiziken, tamamen tasvir ediyor yazar karakteri
okuyucusuna. Peşi sıra ikinci karakter geliyor gözümüzün önüne. Ali kızın
içinde bulunmuş olduğu durumun zorluğunu derinlere, çocukluğuna kadar, inerek
aktarıyor bize. Böylelikle biz de onun yaşamış olduğu bu zorluklara şahitlik
etmiş, yönelttiği sorular sayesinde de empati kurmuş, oluyoruz.
Zamanla Atmaca ve kızın
birbirlerine aşık oluşuna, birbirleri için yanıp tutuşmasına, tanıık oluyoruz.
Kızın Atmaca’ya sarf ettiği sözlerden ne derece çaresiz bir ruh halinde
olduğunu, kendisini ne kadar küçümser bir tavır takındığını anlamamız mümkün.
“ ’Ağam,' dedi, 'ben senden noksanım, bana sadaka mı veriyorsun?..' ”
“ ’Ağam,' dedi, 'ben senden noksanım, bana sadaka mı veriyorsun?..' ”
Kız öyle bir noktadadır ki artık
sevgiyi, bir insanın başka bir insana hiçbir şeye sahip olmadan dahi
verebileceği tek şey, olan sevgiyi kendisine çok görür. Kelimeler kifayetsizdir
bu noktadan sonra Atmaca ne söylese ne yapsa
boştur artık. Fakat o sevgisini kanıtlamak için ilginç bir yola
başvurur, tıpkı kız gibi bir kolunu değirmene daldırır.
Bu noktada iki soru işareti oluştu aklımda, asla cevaplanamayacak iki soru işareti: Kız hayatı boyunca kendisini suçlu mu hissedecekti yoksa kendisi için çok büyük bir fedakârlık yaptığını düşünüp Atmaca’yı ve sevgisini kabul mü edecekti?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder