İkinci Bölüm: Yarım Kalanlar ve Kasım
Uzun zaman oldu yazmayalı, tıpkı geçtiğimiz Kasım ayı boyunca hemen hemen her konuda olduğu gibi, yazmak konusunda da yarım kaldım. Bugün standart şablonun dışına çıkıp yazının başında açmanız için bir şarkı bıraktım yukarıya. Müziğin tanrıçasıdır benim dünyamda Birsen Tezer ve dolayısıyla onun olmadığı bir blog düşünülemez.
Bugüne kadar geçirdiğim en ilginç Kasımlardan birini, belki de en ilgincini, geride bırakmış bir şekilde, kafamı tamamen boşaltmak adına kaleme alıyorum bu yazıyı. Biliyorum ki eğer bu yazının sonunu getirebilirsem işte o zaman tam olarak Kasım ayını ardımda bırakmış olacağım.
“Her şey yarım kaldı yine ne tuhaf. Aşk yarım nefret yarım hayat yarım.”
Hayatımda her şeyin yolunda gittiğini düşündüğüm zamanlarda tek eksiğin aşk olduğu fikrinden asla kaçamam. Omzundaki yüklerden, sancılı bir ilişkinin kalıntılarından, henüz kurtulmuş birisi olarak kendimi yeni bir insanı sevmeye hazır hissetmek öyle büyük bir velinimettir ki benim dünyamda; hemencecik birini sevip kendimi onun kollarına atmak ve puzzle’nin son parçasını da böylelikle tamamlamış olmak hayatımdaki yegâne vazife haline gelir böyle durumlarda. Fakat hesaba katmadığım bir şey varmış-ne kadar da şaşırtıcı öyle değil mi?-. Benim puzzle sandığım hayatım -hani o tek parçası hariç hepsi tastamam olan- aslında bir kare bulmacaymış -evet o gazetelerde bıyık çizdiğimiz cinsten-. Tam ben son kareleri doldururken bir de ne göreyim!? Önceki cevabın son harfi bu cevabın baş harfiyle uyuşmuyor. Aslında bir şeyler ters gidiyor ve bütün cevaplar bir anda kocaman kara kutular haline geliyor; hayatımsa üstüne bıyık dahi çizilse gülünmeyecek bir kargaşanın içine sürükleniyor.
Tükenmez kalem adettir kare bulmacada. Cevapları silip yenilerini yazamıyorum yerlerine, üstlerini karalıyorum bir bir. Önce bir dostun kutusunu karalıyorum, çok bastırmadan izi arkaya geçmeyecek şekilde, çünkü gazetenin geri kalanının bundan etkilenmesini istemem. Fakat tükenmez kalemin azizliğine uğrayıp hem diğer dost kutulara taşıyorum hem de gazetenin kendisine zarar veriyorum.
Ardından birkaç papatya çiziyorum başka bir kutunun yanına ve birkaç tane de gül, fakat ne papatya ne de gül yakışmıyor bu kutunun yanına; oraya ait olmadıkları o kadar belli ki, -tam o esnada “Belki de başka yerde açmak istedi çiçek” diyor radyodaki şarkı-. Doğruluğundan emin olmadığım soruların yanına çiçek çizmemeyi öğreniyorum bir kez daha.
Ardından birkaç papatya çiziyorum başka bir kutunun yanına ve birkaç tane de gül, fakat ne papatya ne de gül yakışmıyor bu kutunun yanına; oraya ait olmadıkları o kadar belli ki, -tam o esnada “Belki de başka yerde açmak istedi çiçek” diyor radyodaki şarkı-. Doğruluğundan emin olmadığım soruların yanına çiçek çizmemeyi öğreniyorum bir kez daha.
Üstesinden geliyorum bulmacanın, cevapları yazamıyorum belki kutucuklara ama, artık biliyorum o soru(n)ların cevaplarını-ileride karşıma çıktıklarında tekrar karalamak zorunda kalmayacağıma seviniyorum hatta-.
Bir ay boyunca gazetenin sayfalarını çevirmeye çalıştım, çıkan o ses beni gecelerce uyutmadı, günler boyu ruh gibi dolaşmama sebep oldu fakat sonunda bulmaca işlevini yerine getirdi ve bana bir şeyler kattı. Yoktan var etmek, büyümüyorsa bırakmak, bazen sonradan tamamlamak, bazen
de asla tamamlayamamak. Herhalde bazı şeyler eksik kalmak zorunda.
Kasım ayına ve bana kattıklarına/götürdüklerine teşekkür ediyorum. Yolda gördüğüm ve günümü güzel geçirmemi sağlayan, umudu dürtmeme yardımcı olan bir çiçeğe yazdığım, yarım kalmış şiirim-henüz bir başlığı bile yok- ve sevgili Cihan Mürtezaoğlu’nun “çiçek” diyerek bitirdiği “Bir Beyaz Orkide” şarkısı eşliğinde sizlere veda ediyorum. Bir sonraki yazıda sarılıncaya dek şen ve esen kalın!
Yolun kenarında, solgun bir çiçek
O çiçek açacak bir gün herkes görecek!
Ve o çiçek sayesinde belki de
Bütün mahalleye bahar gelecek.
O çiçek açacak bir gün herkes görecek!
Ve o çiçek sayesinde belki de
Bütün mahalleye bahar gelecek.